Bilim kurgu dünyası


Yıllar boyunca kaçış edebiyatı olarak nitelenen bilim kurgu edebiyatı, bilim kurgunun olmasa bile, fantastik edebiyatın ebeveynlerinden biri sayabileceğimiz Tolkien’in verdiği “Bir askeriniz savaşta düşmana esir düşse ondan ne yapmasını beklersiniz? Tabii ki kaçmasını. Bence günümüz edebiyatının sıkıcılığından kaçmak da bir kusur değil, bir onurdur,” cevabından sonra edebiyattaki yerini sağlamlaştırmıştır. Biz de bu yazımızda pek sevdiğimiz bir edebiyat türü olan bilim kurguya ya da bazı çok bilmişlerin dediği gibi kurgu bilime bir göz atacağız.
Küçük bir dosya halinde incelemek için fazla geniş bir konu gerçekten, yine de giriş mahiyetinde yardımcı bilgiler vermek boynumuzun borcu gibi geliyor bize. Pulp edebiyatının patladığı dönemlerde onunla kol kola giden, 1950’lerde ise kendi yolunu çizen bu güzide türü anlatmanın en iyi yolu, yazarlardan bahsetmektir diye düşünüyoruz. Zira bilim kurgu yazarlarının hepsi de bilim kurguya pek de mütevazı sayılmayacak katkılarda bulunmuşlar ve önünü açmışlardır. Size tanıtacağımız ve kendimize göre değerlendireceğimiz yazarlar arasında mutlaka eksikler olacaktır, asıl ölçü ise yazarların güncelliği ve kitaplarının bulunabilirlik durumudur. Ve evet, siz fark etmeden önce belirtelim, listemizde maalesef Asimov yok.
Ursula Kroeber Le Guin
Kendisi için “bilim kurgunun ana kraliçesi” desek pek de yanlış olmaz. 34 yaşına kadar yazdığı her şey birçok yayınevi tarafından reddedilen, sonra ise reddeden yayınevlerini bir çoğu birer bilim kurgu klasiği sayılan kitaplarıyla ters köşeye yatıran Le Guin’in, en bilinen ve en çok okunduğu rivayet edilen kitabı tabii ki “Mülksüzler”dir. “Mülksüzler” birçok başka iyi kitabın da başına gelen kötü kaderden kaçamamış ve kitabı okumayanların bile ağzına sakız olmak gibi makus bir talihle karşı karşıya kalmıştır. Yine de edinilmeli ve okunmalıdır. “Mülksüzler”i bir kenara bırakırsak, yazdığı “Karanlığın Sol Eli”, “Rocannon’un Dünyası” ve Yerdeniz Büyücüsü – Atuan Mezarları – En Uzak Sahil’den oluşan “Yerdeniz Üçlemesi” gibi kitaplarla gönlümüzde sıcak bir yer edinmiştir Le Guin. “Yerdeniz Üçlemesi” en son çıkan “Tehanu” ve “Yerdeniz Öyküleri” isimli kitaplarla beraber hafif bir beşleme havası verse de, üçleme olarak anılması daha makuldür bizce. Ne de olsa üçlemenin ilk üç kitabının arasında ortalama iki yıl varken, dördüncü ve beşinci kitaplar yaklaşık 20 yıl sonra yazılmışlardır.
Çoğu bilim kurgu yazarı her yeni kitapta başka bir evren kurgulasa da, Le Guin, “Yerdeniz Üçlemesi” dışındaki kitaplarında hep aynı evren kurgusunu, yani Ekümenik Evren’i kullanır. Ekümenik Evren’de geçen diğer kitapları “Dünyaya Orman Denir”, “Balıkçıl Gözü” ve “Hayaller Şehri”dir.
Kitaplarında bilim kurgunun fizik ve matematiğine fazla bulaşmayan Le Guin, ışık hızının son sınır olup olmadığı sorusu ya da uzay taşımacılığının incelikleri yerine, karakterlere ve olaylara yönelir. Kitaplarındaki anlatım ve hikayelerin özellikleri nedeniyle (kitaplarında en çok rastlanan temalardan biri kişinin kendisini daha büyük bir amaç için feda etmesidir örneğin), Le Guin kitaplarını “destansı bilim kurgu” diye niteleyebiliriz. Haklısınız, bu terimi biz uydurduk.
Son bir not: Le Guin’i hakkını vererek anlatmak güç ve işin doğrusu pek de haddimiz değil, ama şunu belirtmeden geçemeyeceğiz, en azından Türkçe’ye çevrilen bütün bilim kurgu kitaplarının ana karakterleri erkektir. Ve minik bir dedikodu da verelim, Le Guin, Arthur C. Clarke’tan pek hoşlanmaz.


Frank Herbert
Frank Herbert’ın, bilim kurgu dünyasının gördüğü gelmiş geçmiş en iyi yazarlardan biri olduğu hemen hemen her tarafsız gözlemci tarafından kabul edilen bir gerçektir. Yazdığı Dune altılamasıyla (bu sözcüğü de biz uydurduk galiba, pek emin değiliz) bilim kurgu okurlarının gönlüne taht kurmakla kalmamış, toptan bir iskan planıyla üst üste saraylar inşa etmiştir. Pek çok yazarın aksine, Dune serisinin her kitabını son derece sürükleyici bir seviyede tutabilmiş olan Herbert, fotoğrafçılık, dalgıçlık, vahşi ormanda hayatta kalma öğretmenliği gibi birçok değişik işte de çalışmıştır.
Kendisi, neredeyse bir destan haline gelmiş olan Dune serisiyle bilinse de, henüz dilimize çevrilmeyen “Dosadi Deneyi”, “Yeşil Beyin” gibi birbirinden güzel kitapları vardır. Dune, 1984’te David Lynch yönetiminde beyaz perdeye aktarılmış, ortaya kitabı okumayanlar için inanılmaz ölçüde anlaşılmaz olmayı başaran bir film çıkmıştır. İşin kötüsü, film, Dune fanatikleri tarafından da yetersiz olarak nitelenmiş ve kabul görmemiştir.
Herbert pek çok başka yazara göre daha az eser vermişse de hikayeleri, karakterleri ve enfes anlatımıyla bilim kurgunun en büyük isimleri arasında hak ettiği yeri almıştır. Ölümünden sonra yazarlık işini oğlu Brian devralmış, “House Atreides”, “House Harkonnen” ve “House Corrino” isimli kitaplarla Dune tarihine katkıda bulunmuştur. Dune kadar ayrıntılı bir kurgu dünyaya pek rastlanmadığından, birçok başka yazar tarafından kaleme alınmış Dune ansiklopedileri ve rehberleri de bulunmaktadır.
Philip K. Dick
İşte diğer yazarlara nazaran daha popüler bir isim karşımızda. Çoğumuz pek bilmese de, başta “Blade Runner” ve “Total Recall” olmak üzere birçok film senaryosu Dick’in romanlarından yola çıkılarak yazılmıştır. Bu filmlerin en son ve en pahalı örneği ise Spielberg’in Tom Cruise’la kafa kafaya verdiği “Minority Report – Azınlık Raporu”dur. Yani dünyanın bir yerlerinde Dick’in teliflerini alan biri varsa, yazarın zamanında sahip olduğundan çok daha iyi bir yaşam standardına ulaştığı kesindir.
Şimdi, Dick’i incelerken dikkat edilmesi gereken bir nokta var bizce. Kendisinin birçok farklı durum ve hikaye kurgulayabilen, zaman zaman deha düzeyinde fikirler bulan bir yazar olduğu kesin ve fakat kitapların (en azından Türkçe basımlarının) önemli ölçüde sıkıcı olduğu da bir gerçek. Bu sıkıcılıkta çevirmenlerin de payı olabilir tabii (belki de hiç yoktur, kusura bakmasınlar, kitapların orijinallerini okuyamadık henüz), ama standart bir Dick kitabı uzatıldıkça uzatılır ve zamanla biraz zorlama gibi durmaya başlar. Bunun en iyi örneklerinden biri “Karanlığı Taramak” adıyla basılmış olan romanıdır.
Dick, kitaplarında, bilim kurgunun fizik veya matematiğinden çok kavramlarla ilgilenir. İlgilendiği kavramlar çoğunlukla insan doğası üzerine olduğundan, işin bilim kurgu yanı zaman zaman biraz arka planda kalır. Kendisinin baş yapıtı sayılan “The Man in The High Castle – Yüksek Şatodaki Adam”, II. Dünya Savaşı’nı Almanya ve Japonya ittifakının kazanması üzerine temellendirilmiştir ve okuyabileceğiniz en başarılı bilim kurgu romanlarından biridir. Philip K. Dick’in kitaplarında en göze batan temalardan biri de insan - teknoloji çekişmesidir. Zaman zaman teknoloji karşıtı olarak görülebilecek bu eserlerin en iyi örneği ise “Vulcan’ın Çekici”dir.

Arthur C. Clarke
Birçokları için “bilim kurgunun kralı” sayılabilecek Arthur C. Clarke, bizce pek de öyle değil. Nedenlerimiz ise basit, bu yakıştırma kendisini Le Guin’in yanına koyabilir ve Le Guin de bundan pek hoşlanmaz. Şaka bir yana, Clarke’ın kurduğu dünyalar birbirinden ilgi çekici olabilir, ama kendisinin kitap yazmaya karşı tavrı onu klasikler arasına sokmaktan ışık yılları boyunca uzaktır. Zaman zaman Rama serisi veya Uzay Efsanesi gibi iyi fikirler bulan C. Clarke bunları yazmakla yetinmeyip işin suyunu çıkararak serileri uzatabildiğince uzatmış, yazdıkları en sonunda ve kaçınılmaz olarak bir avuç safsata gibi görünmeye başlamıştır. Yine de Rama serisinin ilk kitabı “Rama’yla Buluşma” gayet güzeldir, okumaya değerdir. Gentry Lee’yle beraber yazdığı “Beşik” ve Stanley Kubrick’in aynı isimdeki filmine kaynak olan “Uzay Efsanesi 2001”de okunası kitaplardır. Clarke’ın dilimize çevrilen diğer kitapları arasında yer alan “Suikastçı” ve “Başka Dünyaların Şarkıları” gibi kitaplar ise bizce uzak durulması gereken kitaplardır. Gerçi biz zamanında duramamıştık, siz de duramazsanız sonuna kadar anlayış gösterebiliriz.
Le Guin’in tersine, Clarke bilim kurgunun fizik ve matematik tarafıyla fena halde ilgilidir. Hatta bazen bu hesapları o kadar abartır ki okuyucunun kendi kendisine “Acaba yapabilecek daha iyi bir şeyim yok mu? Yani gerçekten yok mu?” gibi sorular sormasını sağlar. Yazarın bir başka özelliği ise kitaplarının gerek önüne, gerekse arkasına tonla gereksiz şey yazmaktır. Hatta en son kitaplarından biri olan “Uzay Efsanesi 3001”in (evet, 3001’e kadar getirdi o seriyi, abartır demiştik size) sonunda, Albert Einstein’a, ışık hızı konusunda ona katıldığını, evrende hiçbir şeyin ışıktan hızlı gidemeyeceğinden kendisinin de emin olduğunu söylemiştir (Einstein’ın çok da umurundaydı demek gerekebilir bu noktada).
Douglas Adams
En sevdiğimiz yazarı, en sona sakladık. Sebebi onu herkesten kıskanıyor oluşumuz değil tabii ki. Yüreğimizde ayrı bir yere sahip olduğunu kabul ediyoruz, ama yazının sonuna denk düşmesi tamamen zamanlamayla ilgili. Kendisini daha önce hakkını vererek anlatmışız, vakit kaybetmeden ve üşenmeden buyurun okuyun.

Yorumlar