Atatürk geleceği mi görüyordu?

Her ne kadar garip olsa da bu yazıyı bir okumanızı öneriyorum.

Bazı bilim adamlarına göre geleceği görme yeteneğinin merkezi,diansefal dediğimiz ve sempatik sinir sisteminin  birleştiği beyin merkezidir.Bu sinir sistemi,Merkezi Sinir Sistemi  denilen ve vücut hareketleri yani bilinçli hareketleri kontrol eden sinir sisteminden büsbütün başkadır.Bilginlere göre ,Diansefal,beynin en eski ,yani atalarımızda ilk olarak gelişen beyin kısmıdır.Belki de  tarihten önemli insanın içgüdüleri ile hareket etmesini temin eden  altıncı his,beynin bu merkezindeydi.Bugünkü hayatımızda merkezi sinir sistemimizin faaliyeti o kadar fazlaydı ki,”diansefal” altıncı his ortaya çıkarmıyor.Ancak belli sayıdaki kişilerde kendisini
gösterebiliyor.Gelecekten haber alabilmek için yetenekler ise daha ender ortaya çıkıyor.Bu görüş doğruya,Atatürk ,Cayce,Messin gibi duyarlı kişilerde beynin bu bölümünü daha faal olduğu düşünülebilir. Beynin bu bölümünün altıncı his ile irtibatı tama olarak nedir? Atatürk’ün
yaşamında “geleceği görme” gücünün kanıtları bulunmaktadır.En basit
örnek Kurtuluş Savaşı’nda görülmüştür zaten. Örneğin Muhiddin Arabi’nin gelecekle ilgili yazdığı kitabında,büyük ihtimalle Atatürk’ü kastettiği anlaşılmaktadır:

“Devleti Aliyye yıkılacak.Batıdan uzun boylu,mavi gözlü bir adam
gelecek.

Baktığı zaman karşısındaki insanı eritecek.Serbest Fırka kuracak.

Adına da Serbest Cumhuriyet denilecek.

Dünyaya milletini tanıtacak ve 15 sene hükümdarlık sürecek”


ESRARENGİZ HİNTLİ MİHRACE ‘NİN SIRRI HALA ÇÖZÜLEMEDİ…

Bilindiği gibi Hint
halkı,Kurtuluş Savaşı’nda,Atatürk’ü ve Türk halkını yalnız bırakmamış ve
maddi-manevi olarak ,Türk halkının yanında yer almışlardı. Kurtuluş
Savaşı’ndan yıllar sonra ,1929 yılında,Bir Hintli Mihrace,Atatürk’ü Pera
Palas’taki(ayrıntılı bilgi için medya yorumlarına bakabilirsiniz) 101
no’lu odasında ziyaret etmeye gelmişti…

Ne amaçla ziyaret ettiği bilinmemesiyle birlikte bir başka nokta
da,Mihrace’nin kim olduğudur.Mihrace’nin ,Atatürk’e sunduğu hediyenin
kendisinde de bir sır gizliydi… Bu hediye altın sırmalı Hint işi bir
ipek seccadeydi.

Seccadenin üzerindeki desende,bir şamdanın asılı olduğu bir düz
kemeri;her iki yanında birer güvercini bulunan,beş kubbeli bir diğer
kemerin çevrildiği görülüyordu.Bordür motifi,fillerden oluşuyordu.
Desenin en ilginç unsuru ise,her iki kemerin arasındaki,dal kıvrımı ve
gül motifleriyle süslü boşlukta yer alan romen rakamlı bir saat
kadranıydı: Bu saat 09.08’i gösteriyordu. Seccade halen Perapalas’da
bulunmaktadır.

BULGAR IVAN MANELOF’A SÖYLEDİĞİ
KEHANETLER…

Mustafa Kemal başından beri Türk
Milleti’nin yaşadığı zor koşullardan sıyırıp çıkaracağını
biliyordu.1906’da Bulgar Ivan Manelof ile Selanik’de yaptığı
konuşmalardır:

“Bir gün gelecek,ben,hayal olarak kabul ettiğiniz bu inkilapları
başaracağım.Mensup olduğum Türk Milleti bana inanacaktır. Düşündüklerim
demogoji mahsülü değildir.Bu millet gerçeği görünce arkasından
yürür.Saltanat ortadan kalkacaktır.Devlet mütecanis(tek çeşit) bir
unsura dayanamayacaktır.Din ve devlet işleri birbirinden
ayrılacaktır.Batı medeniyetine döneceğiz.Batı medeniyetine girmemize
engel olan yazıyı atarak,Latin kökünden alfabe seçilecektir.Kadın ve
erkek arasındaki farklar kalkacaktır.Emin olunuz ki hepsi bir bir
olacaktır…”

Atatürk bu konuşmayı yaptığı sırada Abdülhamit ülkenin tek
hakimiydi.Ve padişahlık kuvvetli ve kutsal bir kurumdu.

ÖNCEDEN YAPILAN BİR UYARI AMA….

Çanakkale Savaş sırasında Mustafa
Kemal Nablus Karargahı ‘nda ikinci defa 7 nci Kolordu Kumandanı olduğu
yıllarda yaşanan bu olayı kendisi daha sonra şöyle anlatmıştır:

-“Bir gün Erkanı Harbiye Reisi bana o günkü raporlarını okudu.Basit
raporlardı,her zamanki gibi…Yalnız bu raporlarlar içinde bir nokta
dikkatimi çekti…”

Evet görünürde hiç bir sonuç çıkartılamayacak bu rapordan Mustafa
Kemal inanılmaz bir sonuç çıkartmış ve çok değil bir veya iki gün sonra
İngilizler’in büyük taaruzu başlamıştır.Bundan sonrası Mustafa Kemal’in
kendi ağzından:

“Yataktan kalktım,giyindim.İş odasına girerek bir muharebe emri
yazdım.”

Emirde şunlar yazıyodu:

“Düşmam 19 Eylül akşamı taaruz edecektir.” “Sonra bu emre alınması
gereken tedbirleri ilave ettim.Bu emri Grup kumandanı olan Liman Fon
Sanders Paşa’ya da gönderdim. Çok hürmet ettiğim bu zat,benim raporuma
gülmüş ve ‘ihtiyattan zarar gelmez” diye bana da bir şey söylemeye lüzum
görmemiş”

19 Eylül gecesi kolordu kumandanları telefon başında çağırarak
verdiği emirlerin ve alınması gereken tedbirlerin yerine getirilip
getirilmediğini sordu.Kendisine tüm tedbirlerin alındığı
bildirildi.Ancak ne yazık ki,kolordu kumandanları da böyle bir emri
ciddiye almamışlar ve gerekli hiç bir önlemi almamışlardı. Mustafa Kemal
gerekli tedbirlerin alınıp alınmadığını öğrenmek için bir müddet sonra
telefon açtı… Olayın sonucunu yine Mustafa Kemal’den dinleyelim:

“Ben daha telefon konuşmamı bitirmeden,düşman topçusu muharebe
hattımız üzerine ateş etmeye başladı.Gece muharebe ile geçti.Benim
ordumun sağ cenahındaki ordu yarıldı,esir oldu ve boş kalan cepheden
geçen düşman süvarileri Leyman Fon Sanders’in karargahına bastı.Hakikat
anlaşılmıştı.Fakat neye yarar…”

DÜŞMAN DONANMASI İLE İLGİLİ  KEHANETİ…

Almanya ile birlikte,Birinci
Dünya Savaşı’na giren Osmanlı İmparatorluğu her şeyini kaybetmiş durumda
idi. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros mütarekesi ile Türk
topraklarını kaybettiği gibi yavaş yavaş tarih sahnesinden de silinmeye
başlamıştı… İstanbul’un işgal edildiği günlerde,İstanbul’a dönen Mustafa
Kemal düşman zırhlılarını Dolmabahçe önünde gördüğü zaman üzüntüyle:

“Geldikleri gibi gidecekler..”

Daha sonrasını zaten biliyoruz.Sonuç olarak geldikleri gibi gittiler.
İşin ilginç tarafı Nostradamus’un da bu konuyla ilgili bir kehanetinin
bulumasıdır.”Centurien” adlı kitabdaki kehanet şu şekildedir:

Kongre başkanını tutan devlet adamları

İşgal kuvvetlerince sürülecek Malta’ya

Girilmiş İstanbul’a alınmış Rodos Adası

Ama geldikleri gibi gidecekler

4 Eylül 1919’da hatırlanacağı gibi Sivas Kongresi toplanmıştı.Kongre
Başkanlığı’na, işgal kuvvetlerine karşı açıkça tavır alan Mustafa Kemal
seçilmişti.Kurtuluş Savaşı’nı ve Atatürk’ü destekleyen İstanbul’daki
mecliste olan milletvekilleri de işgal kuvvetlerince Malta Adası’na
sürgüne gönderilmişti.Bu hatırlatmanın ışığında dörtlük bir kere daha
okunursa ,durum daha iyi anlaşılacaktır.

MUSTAFA SAGİR’İN CASUS OLDUĞUNU
İLK KONUŞMADA BİLMESİ…


16 MART 1920’de İstanbul’un işgal
edilmesi üzerine ,Kemalettin Sami Paşa Anadolu’ya Geçerken gemide bir
Hintli ile tanışır.Bu adam Mustafa Sağır’dir. Milli Harekete yardım için
Hint müslümanlarını’nın kendisini gönderdiklerini söyler.Böylelikle
paşayı etkilemiştir.Ankara’ya telgraf çeken Sami Paşa,Mustafa Sagir’e
ilgi gösterilmesini ister.Bir süre sonra Sami Paşa Atatürk’e Hintliyi
anlatır ve görüşmesini rica eder.Ertesi gün Atatürk ,Mustafa Sagir’i
kabul eder. Bu görüşme uzun sürer.Hintli gönderilir.İki paşa yalnız
kalınca Atatürk:

“Bana bak Kemal bu adam casus!…” der Sami paşa:”Aman paşam siz de çok
şüphecisiniz” diyerek Atatürk’e inanmaz. Atatürk konuşmayı keserek
yaveri Hayati Bey’i çağırır ve şu emri verir:

-“Bu Hintli İngiliz Casusu olacak..Kendisini takip
etsinler.Mektuplarını da sansürde çok dikkatli okusunlar…”

Bundan sonra mektuplar o zamanlar kimya hocası olan Avni Refik Bey’e
verilir.Bir iki tecrübeden sonra gizli yazılar bulunur.Mustafa Sagir
yakalanarak suçu itiraf ettirilir ve idam edilir.

GÖZLE GÖRÜLMEYEN YERİ BİLMESİ….

Sakarya Savaşı’ndan sonra bir
subay cepheden alınan bilgileri Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal’e okuyordu.Kağıttaki notta cephe komutanlarından biri ,Seyit Gazi’nin  kuzey-doğu tarafında bir düşman fırkasının göründüğünden bahsediyordu…
Bunun üzerinde Mustafa Kemal kaşlarını çatarak:

“ Hayır!..Orada düşman yoktur..İyi baksınlar..”

Subay öğle yemeğinde geri geldi.Biraz da sıkılarak: -

“Haber aldım komutanım.Bahsedilen yerde düşman yoktur.”

BU KEHANETİNE DÜŞMAN GÜÇLERİ DE İNANMAMIŞTI…

Düşman Ordusu’nu tamamıyla  yoketmek amacıyla başlatılan Büyük Taaruz amacına ulaşmıştı.Ordularını korkunç sondan kurtarmak isteyecek olan itilaf devletlerinden durumu  gizleme amacı güden fakat bu başarıları haber alan itilaf devletleri  kendisinden görüşmek üzere randevu istedikleri zaman.ATATÜRK elçilere:

“Sizinle 9 Eylül 1922 Nif(Kemalpaşa) kasabasında görüşebilirim.”

İşin ilginç tarafı,bu sırada Türk Orduları Nif’den çok uzakta
bulunuyordu.Ve 9 Eylül’e kadar oraya çarpışarak varmak çok zor,hatta
imkansız gibi görülmekteydi.Çünkü bu bir savaştı.Yani kesin tarih
verilmesi norma şartlarda hiç bir şekilde mümkün değildi.Savaş sırasında
neler olabileceğini kim önceden kestirebilirdi ki? Aradan 10 gün
geçti.Bu olayı daha sonra ünlü Nutku’nda kaleme alarak şöyle demiştir:

“Dediğim gün Nif’te idim.Fakat benden randevu isteyenler orada yoktu…”

BAŞKENT ANKARA


Atatürk’ün Ankara’yı Başkent
yapmasının ardındaki sebep hayli ilginçti: -

“Ben Türk’ün imkansızı imkan haline getiren kudretini bütün dünyaya
göstermek için Ankara’yı istedimBir gün gelecek şu çorak tarlalar yeşil
ağaçların çevirdiği villalar arasından uzanan yeşil sahalar,asfaltlar ve
binalarla bezenecek.Hem bunu hepimiz göreceğiz,yakında olacak…”

Ankara 13 Ekim’de başkent oldu.Bazı Batılı devletler Ankara’nın
nüfusu ve kırsallığı yüzünden büyükelçi göndermeyeceklerini
açıklamalarına rağmen karar değişmedi.

RADYO VE SİNEMA HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ

Atatürk’ün radyo ve sinema
hakkındaki sözleri onun “ileri görüşlü”lüğünü bir kez daha kanıtlıyor. -

“Sinema,gelecekteki dünyanın bir dönüm noktasıdır.Şimdi bize basit
bir eğlence gibi gelen eğlence olan radyo ve sinema bir çeyrek asra
kalmadan yeryüzünün çehresini değiştirecektir.Japonya’daki
kadın,Amerika’daki zenci,Eskimo’nun ne dediğini anlayacaktır.Tek ve
birleşik bir dünyayı hazırlamak bakımından sinema ve radyonun keşfi
yanında tarihte devirler açan matbaa,barut,Amerika’nın keşfi gibi
olaylar oyuncak nispetinde kalacaktır.”

Bu sözler radyonun emekleme,sinemada ise yeni yeni çalışmalar
yapıldığı bir dönemde ifade edilmiştir. Bir diğer önemli nokta ise “Tek
ve Birleşik Dünya “ düzeninden bahsetmesidir.Bana kalırsa herkesin
İnternet’i tanıması bu olayı kavraması için bile yeterlidir.

İTALYANLARIN HABEŞİSTAN'A  SALDIRMASI KİM BİLEBİLİRDİ Kİ?

Bu olayı aktaran Atatürk’ün yakın
arkadaşı Münir Hayri Egeli’dir.Egeli’nin ağzından naklediliyorum:
Habeşistan Savaşı başlamadan önce İtalya’nın Rodos’a askeri harekatta
bulunduğu günlerdi…Bir akşam Atatürk’ün sofrasına davet edilenler onu
balkonda gezinirken buldular.Atatürk:”Tevfik Rüştü” nerde?” Diye
sordu.Ankara Palas’da bazı sefirlere ziyaret veriyorlar,dediler. Daha
sonra hep birlikte davetin verildiği Ankara Palas’a gidildi. Atatürk
Arnavutluk Elçisi Asaf Bey’in yakınında giriş ve çıkış kapısını iyi
görebileceği bir yere oturdu. Atatürk:

”Asaf Bey,gazetelerde bir takım resimler görüyorum.Arnavutluk’da operet
mi oynanıyor?”.

Bu sözleri ile Kral Zogo’nun sorguçlu resimlerini kastettiğini anlayan
elçi şaşırıyor…Atatürk devam ediyor: -

“Cumhuriyet’de ne zarar görüldü ki,krallık ilan edildi.Hem takip edilen
politika tehlikelidir.İtalya’nın Arnavutluk’u Balkanlar’da bir basamak
yapması muhtemeldir.”

Müdahaleye kalkan İtalyan sefirine Ata:

“Haber aldığımıza göre Roma’da
bazı öğrenciler elçilik önünde gösteri yaparak Antalya’tı
istemişler.Antalya sigara paketi midir ki sefir cebinden çıkarıp
versin.Antalya buradadır.Buyurun alın.Hem benim bir teklifim
var.Hakikaten böyle bir şey düşünüyorsa,Musolini’ye müdahale
edelim.Antalya’ya asker çıkarsın.Bütün ihracaat tamam olunca harp
ederiz.Mağlup eden hakkına razı olur.”

Bu sözleri duyan İtalyan elçisi
atılıyor:”Bu bir harp ilanı mıdır?”

Atatürk:

”Hayır ben burada bir fert olarak konuşuyorum.Türkiye de harp ancak
Türkiye Büyük Millet Meclis’nin yetkileri içindedir.”

Bu durum üzerine Başbakan İsmet Paşa’ya haber verilir telefonla.Ve
Ankara Palas’a çağrılır. Atatürk bunu haber alınca:

“Hükümet geliyor,biz gidelim” der. Çankaya’ya döndüğü zaman şunları
söyler:

“İtalya ile harp tehlikesi yoktur.Rodos’a yapılan hareket Habeşistan’a
yönelecektir.”

O yıllarda İtalya’daki faşist yönetim kendine yeni sömürgeler
arıyordu.Avrupa gazetelerinde zaman zaman İtalya’nın Rodos Adası’na
yakın Anadolu topraklarını işgale hazırlandığına ilişkin haberler
yayınlanıyordu.Türk hükümeti de her ihtimale karşı bütün tedbiri
almıştı.Ancak Atatürk’ün söylediği yine gerçekleşti ve İtalya Türkiye
yerine Habeşistan’a saldırdı.

RUSYA’NIN GELECEĞİ

Kurtuluş Savaşı sırasında en
büyük desteği Rusya’dan alan Mustafa Kemal,savaş sonrasında ise
ilişkileri belli bir düzeyde sürdürüyordu.Çünkü Lenin’den sonra iktidarı
ele geçiren Stalin Rusya’yı keyfi bir şekilde yönetiyordu… 1936 yılında
Atatürk her zamanki gibi Çankaya’daki akşam yemeklerinde ülkenin
sorunlarını konuşurken,masadakiler sık sık Paşam,Ruslar şöyle ileri
adımlar atıyor,ekonomide,sanayide,askeri alanda şöyle başarılı oluyorlar
diye anlatıyordu. Atatürk’ün bunun üzerine yemeği bırakıp masanın
üzerindeki içinde meyvelerin bulunduğu tabağı alıyor ve yere atacakmış
gibi yapıyor.Masadakilere :

”Eğer bunu yere bıraksam kaç parça olur?” diye soruyor. “40 parça olurdu
Paşam”diyorlar. “Hayır..” diyor Atatürk,soruyu yine tekrar
ediyorlar,aynı cevabı alıyor.Bunun üzerine “Bilemediniz…” diyor. Ve
devam ediyor:

“Biraz sabredin…Yurtta Sulh,Cihan’da Sulha sarılın.Çünkü 60 yıl sonra
Rusya 60 parça olucak.Bu nesil Bolşevik ihtilali yaptı.Kan
kussa,kızılcık yedim der.Oğulları da babalarının istikametinde gider.Ama
ondan sonraki nesil Rusya’yı 60 parçadan böler…”

Bu sözler 1936 yıllarını şöyle bir hatırlayalım..Henüz daha II.Dünya
Savaşı çıkmamış ve Rusya büyük bir güç olmamışken,bu söz
söylenmiştir.Anlattığı şeyler 64 yıl sonra gerçekleşmiştir.Atatürk devam
etmiştir: -

“Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur,komşumuzdur,müttefikimizdir.Bu
dostluğa ihtiyacımız vardır.Fakat,yarın ne olacağını kimse bugünden
kestiremez.Tıpkı Osmanlı gibi,tıpkı Avusturya Macaristan İmparatorluğu
gibi parçalanabilir,ufalanabilir.Bu gün Rusya’nın elinde sımsıkı tuttuğu
milletler avuçlarından kaçabilirler.Dünya yeni dengeye ulaşabilir.İşte o
zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir.Bizim,bu dostumuzun idaresinde
dili bir,inancı bir,özü bir kardeşlerimiz vardır.Onlara sahip çıkmaya
hazır olmalıyız.Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek
değildir.Hazırlanmak lazımdır.Milletler buna nasıl hazırlanır?Manevi
köprüleri sağlam tutarak..Dil bir köprüdür.İnanç bir köprüdür.Tarih bir
köprüdür.Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde
bütünleşmeliyiz.Onların bize yaklaşmasını beklemeliyiz,bizim onlara
yaklaşmamız gerekliliğidir.Rusya bir gün dağılacaktır.O zaman Türkiye
onlar için örnek bir ülke olacaktır.”diyen Atatürk :

”Türkiye 21 nci Yüzyılı şekillendiren Avrasya için bir kilit ülke
konumundadır.Onlar bizi örnek alacaklardır.” diye görüşünü bildiriyor.
Atatürk’ün ileri görüşünü 1999 yılından 2000 yılına girerken gözlem
yapan ve gazeteleri televizyonları yani kısacası dünyayı takip eden
herkes şu an bile anlayabilir.

AVRUPA BİRLİĞİNİN KURULUCAĞINI BİLİYORDU…

Atatürk dış politikaya da önem
verilmesini çok iyi biliyordu.Türkiye’nin komşularında meydana
gelebilecek olaylardan etkilenebileceğini savunan Atatürk bir akşam
Çankaya Köşkü’nde çocukluk ve mahalle arkadaşı Asaf İlbay’ın da
aralarında bulunduğu dostlarına dış siyaset hakkında şunları anlatır: -

“Bir Balkan Birliği’ne lüzum vardır.Beni bırakınız ki fırkamın lideri
olarak Balkanlar’da bir seyahat yapayım.Balkan devlet adamlarıyla
konuşayım ve efkarı umumiyeyi hazırlayayım.Dünyanın ufuklarında kara
bulutlar görüyorum.Balkan Birliği kurulabilirse,bir Avrupa Birliği’ne
yol açılabilir.Batı devletleri de er geç birleşmiş olacaklardır.”

Avrupa Birliği düşüncesi ilk olarak ancak II.Dünya savaşı sonrasında
ortaya çıkabilmiştir.1960’ların başında Batı ülkeleri tarafından
üzerinde konuşulmaya başlanmış olan bu düşünce,1980’lere gelindiğinde
ancak genişlemeye başlayabilmiştir. Oysa ki,Atatürk bakışlarını bir
noktada yoğunlaştırarak dalgın bir halde ısrarla şunları şunları
söylüyordu:

“..Evet,bir Balkan Birliği ve sonra da Batı Devletleri Birliği
beşeriyeti ve ulusları,görünür görünmez felaketlerden koruyabilir.Yoksa
insanlığın başına gelecek sefalet ve ıstıraplara ölçü yoktur.Dünya bir
uçurama doğru gidiyor…”



UÇAKLARLA İLGİLİ KEHANETİ

Atatürk uçakların henüz daha
bırakın savaşlarda kullanılmasını normal günlerde bile kullanılmadığını
ve birçok kimse için ölüm kutusundan başka bir şey olmayan günlerde
,Fransa’da Abidin Daver’e söylediği uçaklarla ilgili şöyle demiştir:

“Teyyareler gün gelecek savaşlarda önemli roller oynayacaktır.”

1908 yılında söylenen bu söz ,Abidin Daver’in hiç aklına yatmadığını
itiraf etmiştir.Çünkü o yıllarda uçağı savaşta kullanılması akıllarda
dahi yok gibi bir şeydi.

ANNESİNİN ÖLÜMÜYLE İLGİLİ GÖRDÜĞÜ RÜYA…

Zübeyde Hanım rahatsızlığı
artığından Uşşakizadeler ‘in evinde oğluna hasret vefat eder.Ancak bu
haber Paşa’ya nasıl haber vereceklerini düşünüyorlardı. Annesinin
ölümünden habersiz olan Mustafa Kemal ,aynı saatlerde trenle çıktığı
Yurt gezisinde uyumaktaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde gördüğü kabus
gibi rüya yüzünden kan ter içinde uyanır..Bir sigara yakar ve zile
basarak kompartımanındaki hizmetine bakan Ali Çavuş’u çağırıp:
-“Gördüğüm rüya canımı sıktı…”der. Ali Çavuş :

”Hayırdır Paşam” deyince Atatürk de rüyasını anlatır: -“Pek hayır
olacağa benzemiyor.Kırlık bir yerdeymişiz.Her taraf yeşillik.Birden bire
sel geliyor,annemi alıp götürüyor.Endişe ediyorum.Yaverlere
söyle,İzmir’e telgraf çekip annemin sağlık durumunu sorsunlar…”

Acı haber tez gelir derler…Kısa bir süre sonra Yaver Salih’in yolladığı
şifreli telgraf le gelir.Atatürk telgrafın şifreli olduğunu derhal
anlayarak: -“Annem öldü mü?” Ali Çavuş üzgün bir şekilde telgrafı
uzatır: -

“Başınız sağ olsun Paşam.” Gözleri yaşla dolan Atatürk :

“Bana malum oldu..Bana malum oldu…Bunun kabusunu gördüm
ben..Anam..Zavallı çilekeş anam..Benim anam öldü başka analar sağ
olsun..”

diyerek koltuğuna çöker. Vatan hizmetinin zorunluluğu yüzünden annesinin
cenaze törenine katılamaz.

Bunlar ve bundan daha fazlası kehanet Atatürk’ün düşüncelerinde
belirmiştir.Daha sonra bunları çeşitli olaylardan sonra dile getirerek
parapsikolojik yeteneğini görmemize neden oluyor.Daha fazla bilgilenmek
için Gazeteci Ali Bektan’ın 18 yıllık alın teriyle çıkardığı “ATATÜRK’ÜN
KEHANETLERİ” adlı kitabını alabilirsiniz.Gerçekten bizim için bir
“Kader” diyebileceğimiz Atatürk sözleri,fikirleri ve düşüncerini TÜRK
HALKINA her zaman önüne sunmuştur.Bize düşen böyle bir kişiliğe sahip
olduğumuzla övünmek yerine,bize kalan mirasları olan ülkemiz ve
düşüncelerini geliştirip yeni neslin çocuklarına “net bir “ TÜRKİYE
bırakmak için çalışmamız gerekecektir.
Alıntıdır.

Yorumlar