Ana içeriğe atla
Olaylar
ve karakterler arasındaki tesadüfi ilişkiler üzerinden işleyen romanlar
oldukça tehlikeli bir sınırda gezerler. Eğer tesadüfler abartılırsa biz
okuyucular olarak “hadi canım, bu kadar da olmaz!” tepkisini
verebiliriz. İşte Jonathan Coe,
Uyku Evi’nde, bu tehlikeli sınırda dolaşıyor; sınırı ha geçti ha
geçecek derken oluşturduğu kurguyla bizi kendine hayran bırakmayı
başarıyor.
1961 doğumlu Jonathan Coe, son yılların en
başarılı ve üretken İngiliz yazarlarından biri. 1987 yılından beri 9
roman, 2 çocuk kitabı ve 3 adet biyografi yazmış. Şimdilik Türkçeye
yalnızca iki kitabı çevrilmiş. Bunlardan biri 2007 yılında yazdığı
Yağmurdan Önce, diğeri ise 1997 tarihli Uyku Evi.
İngiltere’de 1997 yılında “Yazarlar Birliği
En iyi Roman Ödülü”nü, Fransa’da ise 1998’de “Médicis Yabancı Roman
Ödülü”nü kazanan Uyku Evi’nde anlatılan olaylar doğrusal bir çizgi
izlemiyor, tek sayıyla numaralanmış bölümler 1983-84 yıllarında, çift
sayıyla numaralanmış bölümler ise Haziran 1996’nın son iki haftasında
geçiyor. Coe, bu tip bir kurguyla başa çıkma işini zeki bir biçimde
kotarmış. Romandaki karakterlerin başlarına 20 yıldan uzun bir süre önce
gelen olayların, onların hayatlarını nasıl yönlendirdiğini ve yollarını
nasıl kesiştirdiğini etkileyici bir biçimde anlatıyor.
Uyku Evi,
odağına uyku problemlerini alan, takıntılar üzerine kurulu bir roman.
Roman karakterlerinin neredeyse tamamının çeşitli takıntıları var. Bir
uyku kliniği işleten Gregory, uyumanın bir hastalık olduğunu düşünüyor
ve insanların “uyku problemleri”ni çözmeye çalışıyor. Uyku problemi
dendiğinde hepimizin aklına muhtemelen uykusuzluk çeken insanlar gelir
ve onların daha rahat ve iyi uyumaları için tedaviye ihtiyaçları
olduğunu düşünürüz. Gregory ise bunun tam tersini düşünüyor. İnsanları
daha az uyutmanın, hatta mümkünse hiç uyutmamanın yollarını arıyor.
Gazetecilik yapan ve yıllardır doğru dürüst uyuyamadığı için Gregory’nin
gözünde deyim yerindeyse bir “kahraman” olan Terry’nin takıntısı, az
bilinen filmler. Uykusuzluk problemini de; saatlerini, günlerini,
haftalarını bu filmleri bulmak ve izlemek için harcadığı gençlik
yıllarına borçlu. Sarah ise Terry’nin aksine ders verirken bile
istemsizce uykuya dalan narkolepsi hastası bir öğretmen. Robert’in
takıntısı ise yıllardır görmediği bir insan, Sarah. Âşık olduğu Sarah
için kimsenin aklına bile getiremeyeceği şeyleri yapan birisi.
Bazı bölümleri oldukça ürkütücü, bazı
bölümleri fazlasıyla komik, bazı bölümleri melankoli yüklü bir huzur
veren, bazı bölümleri ise hoş bir romantizmle örülü bu kitap son derece
tutkulu bir okuma vadediyor. Farklı, etkileyici ve baştan aşağı
ilginçliklerle dolu bir kitap okumak istiyorsan bu yaz günlerinde
yapabileceğin en iyi seçimlerden biri. Uzan şöyle; ister bir kumsalda,
ister balkonunda, ister odanda… Ve bu tuhaf dünyanın içine gir.