Jim Jarmusch Hollywood’a karşı

Jim Jarmusch Hollywood’a karşıJim Jarmusch, bir punkçıdır. Müzisyen olmayı isteyip becerememiş, sonunda sinemayla punk yapmakta karar kılmış bir punkçıdır. Bu yüzden filmlerinde müziğe önem verir, bu yüzden filmleri müzik gibidir. Bu yüzden filmlerinde aksiyon aramak, hayvanat bahçesinde yaşayan iki pandanın kendi kendine çiftleşmesini beklemek kadar saçmadır.
Jim Jarmusch, Hollywood’a direnir. Hollywood patronlarının takım elbiseleriyle stüdyoya gelip ne yapacağını söylemesinden hoşlanmaz. “Yukarıdaki cümlede yapılan hatayı bulunuz” dendiğinde verilecek cevap da “Jim Jarmusch stüdyoda film çekmez, sette film çeker” olmalıdır. Filmlerin finansmanı için stüdyo kapılarını aşındırmaz, kendi finansmanını kendi ayarlar, paşa paşa parasını bulur, bütçesini minimumda tutar, filmini satmaz. Zaten filminde oynayacak oyuncular dünden razıdır, para mara istemez, işin prestijindedir. Bağımsız filmlerin bile aslında dev stüdyolarda “bağımlı” filmler haline geldiği günümüzde kendisine “bağımsız yönetmen” denmesine izin vermez, başına buyruk hikâyeler anlatmayı tercih eder.
Jim Jarmusch hikâye anlatır. Ama ne hikâyeler… Sembollerle dolu hikâyeler. Ancak öğüt veren ya da anlaşılmaz olmaya çalışan hikâyeler değildir bunlar. Tamam, hepsini bir çırpıda anlayacağınızı iddia etmiyoruz ama en azından hiçbiri anlaşılmamak için yazılmamıştır. Bir Jim Jarmusch filminde görkemli sahneler değil, görkemli diyaloglar beklemelisiniz. Bu konuda “Ufak şeyler beni en çok etkileyen şeylerdir. Bir sohbet, biriyle paylaşılan bir yürüyüş, ağaçların arasından süzülen ışıklar… Bütün bunlar, aksiyondan çok daha fazlasını anlatır” der. Jim Jarmusch, günlük hayattan ilhamını alır. Öyle ölümcül bir diyalog ve hatta bazen bir monolog hazırlar ki en aksiyonlu sahnelerin toplamından fazla şaşa kalırsınız. İnanmayanlar da hemen bulup buluşturup “Down By Law”ı izleyebilirler.
Jim Jarmusch filmleri yoruma açıktır. Bu yüzden sizi etkileyen bir filmi başkasını daha az etkileyebilir. Konunun gelişimini takip edebilmeniz için düşünmeniz, diyalogların keyfini çıkarabilmeniz için hep uyanık olmanız gerekir. Merak edenler “Stranger Than Paradise”ı izleyebilir, geleneksel sinemanın sınırları nasıl ufalanıp bağımsız yol filmi nasıl çekilirmiş görebilirler. Ancak bir Jim Jarmusch izleyicisi zaten tanım olarak uyanıktır.
Jim Jarmusch Hollywood’a karşıJim Jarmusch, Tom Waits ile kankadır. Bunun açıklanacak bir tarafı yok. Tek başına şahane bir hareket. Rol kesmek konusunda çok parlak olmasa bile Tom Waits’e rol verir. Çok da iyi yapar.
Jim Jarmusch yazar, yönetir ve oynar. Böyle komple bir sinemacıdır. Bütün filmlerini kendisi yazmış, sonra da bir güzel yönetmiştir. Hatta bazen filmlerinin prodüktörlüğünü de yapar. İlk filmlerinde zaten buna zorunludur ancak en büyük hitlerinden “Ghost Dog: The Way of the Samurai”nin de prodüktörü kendisidir. Ki mafyanın tetikçiliğini yapan zenci bir samurayı anlatan şahane bir filmdir. Hatta Jim Jarmusch’a giriş filminiz olmalıdır. Sonradan başyapıt “Dead Man”e geçilebilir.
Jim Jarmusch Hollywood’a karşı

Jim Jarmusch oyunculuk da yapar, hatta çok da iyi yapar. Ancak kendi filmlerinde oynamaz, dostlarının filmlerinde görünür. Güzel örnekler “Blue in the Face”, “Sling Blade” ama özellikle “Blue in the Face” izlenmelidir. Hatta izlemediyseniz büyük kayıp, Jim olmasa da izlemeniz gereken iki süper filmden bahsediyoruz.
Jim Jarmusch, Neil Simon ile de kankadır. Hatta bu sayede belgesel işine de bulaşmış, Neil Simon’ın hayatını anlatan “Year of the Horse”u çekmiştir. Hem de 8 mm ile.
Jim Jarmusch sanki Amerikalı değilmiş gibi film çeker. Amerikalı olmayan bir yönetmen nasıl Amerikan filmleri çekerse o da işte öyle çeker. Amerikan yaşam tarzını hicveder, gözlem yeteneği kuvvetlidir. Tespitini yapar, duygu sömürüsünde tarzı Avrupalı yönetmenleri andırır ancak Amerikalı olduğu bellidir. Bu yüzden Avrupa’da ülkesinden daha çok sevilir, ülkesinde fazla Avrupalı bulunur. Jim de az değildir, hatalı planlar kullanıp konusu kadar teknikleriyle de Hollywood sinemasına baş kaldırır. “Belki bilmiyor da yapıyor hatayı, ne biliyorsun” da denmez. Jim, koskoca New York Üniversitesi’nin film bölümünü bitirmiştir.
Jim Jarmusch’un dil ve ifade konusunda takıntılı olduğunu da “Ghost Dog”da görebiliriz. Fransızca ve İngilizce konuşan iki kişinin yakın dost olması başka ne anlama gelebilir. Yabancılık konusuna takmış işte adam.
Şimdi canınız Tarantino filmleri ve “Smoke” ile “Blue in the Face”ten sonra sinema tarihinin en güzel geyik muhabbetlerini barındıran “Coffee and Cigarettes”i izlemek istemedi demeyin sakın bize!