Küresel Isınma Nedir? (Dosya)

Küresel Isınma Dosyası
Küresel Isınma Dosyası



İklim değişikliğinden neden korkuyoruz?
İklim değişikliğinden neden korkuyoruz?“251 milyon yıl önce gezegende birdenbire öyle bir şey olmuş ki, canlıların yüzde 90’ı yok olup gitmiş. Sebebi, küresel ısınma. Belki büyük volkanik patlamalar, belki okyanuslardaki metan patlaması yüzünden... Bu değişiklik ve çöküş belki 20 yıl içinde olup bitmiş! Peki bu büyük kitle yok oluşu, kaç derecelik ısı artımıyla olmuştur sizce? Sadece altı derece! Ve birkaç on yılda olmuş! Kyoto Protokolü’nü de hazırlayan Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde çalışan iki binden fazla bilim insanının, bu yüzyılın sonuna kadar dünya ısısının ne kadar artacağı ile ilgili tahminini biliyor musunuz peki? Altı derece! Üstelik, felaket tarihi yeni bilgilerle sürekli öne çekiliyor ve başka bilim kuruluşlarından, mesela Oxford Üniversitesi merkezinden, yüzyıl sonuna dek dünyanın on bir derece ısınabileceği tahmini de geliyor! Durum bu. Geri dönüşü olmayan noktaya hızla yaklaşıyoruz.”
Ömer Madra                       
Küresel ısınma, son yıllarda neredeyse her gün duyduğumuz ve kullandığımız bir terim haline geldi. Fakat küresel ısınmanın ne olduğu, nelere yol açabileceği ve nasıl engellenebileceği hakkında pek azımız bilgi sahibiyiz.
Küresel ısınma, daha geniş bir kavram olan “iklim değişikliği”nin alt kollarından biri. Bugünkü kullanımında, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında, yakın zamanda ve kısa süre içerisinde görülen artışı ifade ettiği gibi, bu artışın insan etkinlikleriyle olan bağlantısını da belirtiyor. Son 50 yıldır ciddi biçimde saptanabilir hale gelip önem kazanan küresel ısınmanın temel nedeni, özellikle sanayileşen ülkeler tarafından atmosfere salınan çeşitli gazların sera etkisi yaratması olarak kabul ediliyor.
Dünya iklimi, çeşitli dönemlerde doğal etkenlere bağlı olarak ısınma ve soğuma döngülerine girer. 20. yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan küresel ısınma etkisinin bu döngülerden biri olduğuna dair kimi görüşler olsa da, bu fikirlere pek itibar edilmiyor; çünkü görülen ısınmanın boyutları ve meydana geldiği süre kendiliğinden gerçekleşebilecek bir durumun hayli ötesinde.
Dünyanın ısınma sistemi şu şekilde işler: Güneş ışınları yeryüzüne ulaşır ve bu ışınlar atmosfere yansır; fakat bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünya üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutulur. Böylece dünya yüzeyinin sıcaklığı dengede kalarak insan yaşamı için yeterli sıcaklık sağlanmış olur. Bu enerji dengesi baz alınarak yapılan hesaplamalara göre, dünyamızın atmosferi olmasaydı ortalama yüzey sıcaklığı –19 °C civarında olacak ve bütün yeryüzeyi buzullarla kaplı olacaktı. Hâlbuki yapılan ölçümler dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının yaklaşık 15 °C düzeyinde olduğunu gösteriyor. İşte dünyayı insan yaşamına uygun hale getiren bu 34 derecelik sıcaklık artışı, atmosferde başta su buharı olmak üzere, karbondioksit ve metan gibi gazların meydana getirdiği “sera etkisi” sayesinde gerçekleşiyor. Ancak bu sıcaklık dengesini korunamaz hale getirme sürecine girdik bile. Peki, nasıl oldu da bu dengeyi bozmaya başladık?
İklim değişikliğinden neden korkuyoruz?Özellikle sanayileşmeyle birlikte, insan faaliyetleri, sera etkisi yaratan gazların yoğun salınımına sebep oluyor ve bu gazların atmosferdeki yoğunluğu belirgin ve düzenli bir şekilde artıyor. Buna ek olarak fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma, şehirleşme, hızlı nüfus artışı ve toplumların tüketim eğilimlerindeki yükseliş gibi nedenler de bu “ek sera etkisi”ni tetikliyor. 1860 yılından bu yana tutulan kayıtlar, ortalama küresel sıcaklığın 0.7-0.8 °C civarında arttığını gösteriyor. Özellikle son 50 yıldaki sıcaklık artışı, insan hayatı üzerindeki fark edilebilir etkilerini göstermeye başladı. Önlem alınmadığı takdirde, 1990-2100 yılları arasında küresel sıcaklığın 1.4 - 5.8 santigrat derece kadar artacağı tahmin ediliyor.
Bu artış dışarıdan bakıldığında bazılarımıza çok önemli görünmüyor olabilir. Ancak 2 °C’lik bir artış bile dünya nüfusunun yaklaşık yarısının susuz kalmasına neden olabilecek kadar tehlikeli.
Küresel ısınma; iklim değişikliği, doğal canlı türlerinin yok olması, kitlesel göçler, susuzluk, ekonomik felaket gibi tehditleri bünyesinde barındırıyor.

Küresel ısınmanın etkileriKüresel ısınmanın etkileri
Dünyadaki iklim değişikliklerine baktığımızda, binlerce yıllık bir süreç içerisinde görülen ortalama 5 °C’lik ısı artışının bir buzul çağına sebep olabildiğini görüyoruz. Yalnızca birkaç yüzyıl içinde görülen birkaç derecelik artışın nelere yol açabileceğinin cevabı ise netlik kazanmış değil. Geleceğe dair projeksiyonları yazının ilerleyen bölümlerinde okuyacaksınız; fakat küresel ısınmaya bağlı çeşitli etkiler, hem dünyanın genel iklim düzeniyle ilgili konularda hem de günlük hayatımızda görülmeye başlandı bile.
Geçtiğimiz yüzyılın en sıcak ve en kurak yazları son 10 – 15 yıl içerisinde yaşandı. 1998 ise son 1400 yılın en sıcak yılıydı. Son 15 – 20 yılda ölçülen küresel sıcaklıkların ortalaması, son 600 yılın en yüksek sıcaklık ortalaması olarak hesaplandı.  Bu durum doğal olarak buzul bölgelerindeki erime olaylarını tetiklemekte ve ortalama küresel deniz düzeyinin yükselmesine sebep olmakta.
Amerikan Kar ve Buz Verileri Merkezi (NSIDC) ölçümlerine göre: Antarktika’da son 50 yıl içerisinde hava sıcaklığı 2.5 °C arttı ve 7 dev buzul kütlesinin alanı, 1974’ten bu yana 13500 kilometrekare azaldı. Yaklaşık 12 bin yıllık olduğu sanılan 3250 kilometrekarelik, 200 metre derinliğinde, 720 milyon ton ağırlığında buz kütlesi ana parçadan ayrılıp binlerce buzdağına bölündü. Larsen-B buzulu, son 5 yılda 5700 kilometrekarelik bölümünü kaybedip eski hacminin yalnızca %40’ına sahip hale geldi.
İzlanda Üniversitesi profesörlerinden Helgi Björnson, yaptığı araştırmalara dayanarak, İzlanda’nın %8’ini kaplayan ve kutuplar dışındaki en büyük buzul olan Vatna dev buzulunun 1930 yılından bu yana en yüksek erime hızına eriştiğini ve küresel ısınmanın bu şekilde devam etmesi durumunda bu dev buzulun 100 yıl sonra yok olup bütün İzlanda’yı sular altında bırakacağını bildiriyor.
Küresel ısınmanın etkileriBuzul erimelerinden kaynaklanan afetler de yaşanıyor: İngiltere, Almanya ve İtalya’da meydana gelen seller son 50 yılın en büyük sel afetleriydi. 1994 Kasımında İtalya’da meydana gelen sel afeti 64 kişinin, 1991 ve 1994’te Çin’de görülen sel afetleri 4920 kişinin ölümüne neden oldu. 2002 Ağustos ayında Almanya’da yaşanan sel afeti 21 kişinin ölümüne, binlerce kişinin de evsiz kalmasına sebep oldu. Milyar dolarlarla ifade edilen maddi zararlar da cabası. Bu sel afetlerini bilim adamları şöyle değerlendiriyor: “Bu yaşananlar, dünyadaki iklim değişiminin bize kadar gelebilen, çok küçük bir işaretidir. Bu olayların nedeni dünya çapındaki ısınmadır.”
  Küresel ısınmanın etkileri Dengesiz küresel ısınma, hem sayı hem de şiddet bakımından son derece zararlı kasırgalar da yaratmakta: 1991 Mayıs ayında Bangladeş’te meydana gelen “Adsız Siklon” 140.000 kişinin ölümüne; 1993 Mart ayında Kuzey Amerika’da görülen “Kış Fırtınası” ise 246 kişinin ölümüne neden oldu. 2004 yılında, ABD tarihindeki en yüksek sayıda kasırga olayıyla karşılaşıldı: 1.727.
Küresel ısınma sebebiyle Akdeniz’deki su sıcaklığının 27 °C ile son 3000 yılın en yüksek düzeyine ulaştığı görülmüştür. Akdeniz’de yaşayan bazı canlıların bu sıcaklığa dayanamayıp hayatta kalamadıkları belirlenmiştir. Dünya çapında, bitki ve hayvanların yaşam alanlarında değişiklikler, bazı bitki ve hayvan nüfusunda azalmalar gözlenmektedir. Doğanın dengesinde görülen değişim; ağaçların erken çiçeklenmesine, böceklerin erken ortaya çıkmasına, kuşların erken yumurtlamasına neden olmaktadır.
Küresel ısınmanın son yıllarda görülen diğer etkilerini özetle şöyle sıralayabiliriz:
Kuraklık, birçok ülkede büyük sorun haline gelmiş durumda. 2007 yılı, Avrupa’da son yüzyılın en kurak yılı olarak kayıtlara geçti.
Everest dağındaki buzullar eriyor.
Grönland aşama aşama parçalanmaya başladı.
Kuzey Atlantik’e ılık su götüren okyanus dolaşım sistemi önemli ölçüde yavaşladı.
Tatlı su kaynakları azalıyor.
Küresel ısınmanın etkileriSıcaklık nedeniyle pek çok deniz canlısının yaşama alanları farklılaşıyor.
Dünyanın akciğerleri olarak gösterilen Amazon ormanları bilinen tarihinin en büyük kuraklığını yaşıyor. Küresel ısınmayla birlikte ormanların hızla yok edilmekte oluşu da bunun sebeplerinden biri. Amazon ormanlarının %20’si şimdiden yok olmuş vaziyette.
Sıcaklığın yol açtığı huzursuzluk ve depresif yansımalar insan vücudunun bağışıklık sisteminde bozulmalara sebep olduğu gibi, sıcaklık hayvanlarda da davranış değişikliklerine yol açıyor.
İklimdeki değişiklikler, tüm kıtalarda fiziksel ve biyolojik sistemleri etkilemeye başladı. Yüzlerce canlı türünün eski yayılma alanları değişmiş, ekosistemler bozulmuş durumda. Çeşitli hayvan türleri tükendi ve tükenmeye devam ediyor.
Böyle giderse neler olacak?Böyle giderse neler olacak?
Bilimadamları tarafından küresel ısınmayla ilgili çeşitli gelecek tahminleri de yapılmakta. 1990 ile 2100 yılları arasında, ortalama küresel sıcaklığın 1.4 ilâ 5.8 °C kadar artacağı hesaplanıyor. Bu ısınma geçen yüzyılda yaşanan ısınmanın çok üzerinde ve büyük bir olasılıkla son 10.000 yılda eşine rastlanmayan bir durum. Deniz seviyesi ortalamasının ise 9 – 88 cm arasında artması bekleniyor. Bunun yanında kar örtüsü ve deniz buzlarının azalmaya devam edeceği, buzulların ve kutupların daha yaygın bir biçimde küçüleceği öngörülüyor. Sera gazları yoğunluklarını istikrarlı bir düzeye oturtmayı başarsak bile, iklim değişikliği yüzyıllar boyu varlığını hissettirecek ve yüzey sıcaklıkları ile deniz seviyeleri geçmişteki artış sebebiyle artmaya devam edecek. Batı Antarktika ve Grönland’daki buz örtüsünün kaybı, önümüzdeki 1000 yıl içinde küresel deniz seviyesini 3 metre kadar yükseltecek. Bu da birçok adanın denize gömülmesi ve kıyı bölgelerinin sel altında kalması anlamına gelmekte.
Sıcaklıklar artınca, büyük su yüzeylerinden (deniz, göl, akarsu, baraj vb.) buharlaşma artıyor ve topraklar kuruyor. Bunun sonucunda bölgesel olarak iklimler değişecek, tarımsal ürünler ve ormanlar zarar görecektir. Hâlihazırda meydana gelmeye devam eden bu durum gelecek yıllarda çok daha tehlikeli hale gelecektir. Büyük su yüzeylerine yakın yerlerde hava nemi ve yağışlar artacak, sel afetleri görülecektir. Karasal alanlarda ise toprak suyunu kaybederek gitgide kuraklaşacak, tarımsal ürün verimi azalacak, ormanların alanı daralacak, hidrolojik enerji üretimi düşecektir. Bitki örtüsü azalıp, dünyanın büyük bir bölümü çölleşecektir. Buzulların erimesi ve bunun sonucunda göller, denizler ve akarsularda su düzeylerinin yükselmesi, halen yaşadığımız sel afetlerini çok daha vahim bir hale getirecek, kıyı bölgelerinin sular altında kalmasına sebep olup toplumsal göçleri başlatacaktır. Küresel ısınma, yaşanan kasırgaları da daha dehşet verici bir hale getirecektir. Küresel iklim değişikliği ile Sibirya ve Kanada’daki buzlu tundra toprakları çözünecek ve tamamen bataklık haline gelecektir. Buralarda bol miktarda metan gazı oluşarak atmosfere karışacak, artan sera gazları nedeniyle küresel ısınma daha da artacak ve böylece kısır döngüye girilmiş olacaktır.
Böyle giderse neler olacak?2025 yılına kadar Avustralya ve Güney Afrika’daki tropikal ormanların yok olması bekleniyor. Akdeniz bölgesinde ise orman yangınları artacak, besin üretimi ve su kaynakları azalacak. 2050 yılına kadar dünya üzerindeki bitki ve hayvan türlerinin dörtte biri yok olacak. Avustralya’daki mercan resifleri 2050 yılında tamamen ölecek. Mercanlar, deniz yaşamının %25’ini destekleyen canlılar. Mercanların yok olması, deniz canlılarının yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından büyük bir tehlike anlamına geliyor. 2070’de Kuzey Buz Denizi, tüm canlıları ile birlikte yok olacak, Amazon Ormanları’ndaki zarar, geri dönülemez noktaya ulaşacak, dünya çapında 5.5 milyar insan yaşamı için yeterli gıdayı sağlayamaz hale gelecek.
Örnekleri arttırmak mümkün. Bu sınırlı sayıda örnek bile dünyanın ve insanoğlunun karşı karşıya bulunduğu tehlikenin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor.
Kimler sorumlu?Kimler sorumlu?
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNPD) başkanı Kemal Derviş şöyle diyor: “Küresel ısınmada tüm dünya uzun vadeli bir risk taşıyor; ama en çok ve hemen yakın gelecekte zarar görecek olanlar yoksul ülkeler. Büyük bir haksızlık var: Sorunu yaratan zengiler; ancak zarar görecek olan yoksullar.” Ve devam ediyor: “Küresel ısınma dünyada zenginlerin yarattığı bir sorun. Atmosfere giden karbonun yüzde 70’i zengin ülkelerin faaliyetlerinden kaynaklanıyor. Yüzde 28’ine orta gelişmiş ülkeler, sadece yüzde 2’sine fakir ülkeler neden oluyor. Ancak etkisi açısından en çok zarar görecek olan yoksul ülkeler. Örneğin; Bangladeş, Vietnam, Etiyopya bu zararı hızla görmeye başlayacaklar.”
Küresel ısınmaya neden olan ülkeler arasında birinci sırada ABD’nin olduğunu tahmin etmek güç değil.  2000 yılı itibariyle ABD’nin küresel ısınmaya neden olan karbon emisyonunda toplam içindeki payı %24. ABD’nin karbon emisyon oranları, ikinci en yüksek emisyon oranlarına sahip ülke olan Çin’in tam iki katı. Küresel ısınmanın görülmesinde en büyük paya sahip diğer ülkeler; Avrupa Birliği ülkeleri (öncelikle Almanya, İngiltere, İtalya ve Fransa), Rusya, Japonya, Kanada, Avustralya ve Hindistan. Küresel ısınmaya dair ülkelere ait payları nüfusa böldüğümüzde ise ortalama olarak bir Amerikalı’nın yılda 6 ton, bir İngiliz’in 3 ton, bir Çinli’nin 0.7 ton, bir Hintli’nin ise 0.25 ton karbondioksit ürettiğini görüyoruz. Bu da demek oluyor ki; örneğin bir Çinli ya da Hintli’nin küresel ısınmaya olan katkısı bir İngiliz ya da bir Amerikalı'nınkine göre çok daha düşük seviyede.
Genel olarak, sera gazı salınımının çok büyük bir bölümünden sanayileşmiş ülkelerin sorumlu olduğunu görüyoruz. Geçmişte, ekonomik büyüme (enerji üretmek için yakılan petrol, kömür ve doğalgaz nedeniyle) karbondioksit salınımıyla doğrudan bağlantılıydı. Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla birlikte bu durum değişti; ancak dünya ülkelerinin yalnızca küçük bir bölümü yenilenebilir enerji kaynaklarını efektif bir şekilde kullanmakta.
Küresel ısınma konusunda en çevreci olarak tanımlayabileceğimiz ülkeler ise az gelişmiş ülkeler. Ancak bu durum, bilinçli bir “çevrecilik”ten ziyade söz konusu ülkelerin fazla endüstrileşememiş olmasından kaynaklanıyor.
Dünya nüfusunun üçte biri aydınlatma ve yemek pişirme gibi basit işleri için bile elektrik bağlantısına sahip değil. Sanayileşmiş ülkeler ise yenilenebilir enerji sektörünü çalıştırmak için anaparaya, kaynaklara ve uzmanlığa sahipler. Ne yazık ki bu ülkeler kaynaklarını küresel ısınma sorununa çözüm getirmekte kullanmak yerine gelişmiş uzay programları, askeri gereçler, yeni sanayi yatırımları için kullanmaktalar. Belki de bu durumun temel sebebi gelişmiş ülkelerin iklim değişikliğine daha kolay uyum sağlayacak olmalarını düşünmeleri. Ancak bir noktadan sonra iklim değişikliğine uyum, ekonomik kaygıların ötesine geçecek ve insanoğlunun oluşacak bu yeni iklime uyum sağlaması imkânsız hale gelecek.
Küresel Isınma ve Türkiye
Küresel Isınma ve Türkiye
İklim değişikliğinin ciddi tehdit oluşturmaya başladığı son dönemde küresel ısınmanın Türkiye’ye etkileri ve yapılması planlananlar hakkında çok ciddi açıklamalar yapılmadı. Yöneticilerden bu konuda ciddi atılımlar görmemek gerçekten üzücü. Maalesef Türkiye’de küresel ısınmaya karşı alındığı belirtilen önlemler su ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik planlardan öteye gidemedi. Daha global bir bakış açısıyla konuya yaklaşılması son derece önemli.
Yöneticiler, su sıkıntısının küresel ısınmanın sonuçlarından yalnızca bir tanesi olduğunu biliyor olmalı. Bunun aksini düşünmek hepimizi büyük bir karamsarlığa sürükleyecektir. Ne yazık ki Türkiye açısından şu anki durum itibariyle karamsarlığa kapılmamak oldukça zor. Bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak değinilecek olan Kyoto Protokolü’nü imzalamayan ülkelerden biriyiz. Acilen yapmamız gereken, bu protokolü bir an önce kabul edip karbon emisyonları konusunda hem diğer ülkeler üzerinde baskı kurmak, hem de Türkiye için gerekli önlemleri almak olmalı. Fakat ülke gündemindeki gelecek hedefleri arasında buna rastlayamıyoruz. Dünya çapında gerçekleşen bir ısınmadan sadece su ihtiyaçlarıyla ilgili önlemler alarak Türkiye’nin etkilenmeyeceğini öne sürmek maalesef hiçbir bilimsel gerçekle bağdaşmıyor. Küresel ısınmanın etki ve sonuçlarından izole olabilmek hiçbir ülke için mümkün değil.
Türkiye karbondioksit salınımında %1.3’lük payla 13. sırada yer alıyor. 1990 yılında atmosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit bırakırken bu salım 2004 yılında yaklaşık 350 milyon tona yükseldi. 2010 yılında ise bu miktarın 400 milyon tonları aşması bekleniyor. Şu anda %72.6 oranındaki karbon salınımı artışıyla OECD ülkeleri arasında en yüksek salınım artışına sahip ülkeyiz. Peki, Türkiye’yi bekleyen tehlikeler ne?
Küresel ısınmanın sebep olduğu pek çok etkiyi hâlihazırda yaşamaktayız. Verimli ovalarımız gitgide çölleşmekte, nehirlerimiz ve göllerimiz kuruyup su kaynaklarımız azalmakta, Türkiye fauna ve florasında bulunan pek çok canlı türü yok olmakta, her yıl “en sıcak yaz”ı yaşamaktayız. İstanbul Teknik Üniversitesi Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü’nün hazırladığı bir senaryoya göre, küresel ısınma aynı şekilde devam ederse, 2070 yılında Türkiye’de yaşanan sıcaklıkların 6 °C’ye kadar artması söz konusu. Buna göre yaz aylarında Türkiye’nin batı ve kuzey bölgelerinde sıcaklıklar 5 ilâ 6 °C, Orta ve Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu’da ise 3 ilâ 4 °C kadar yükselecek. Kış aylarında da sıcaklıklarda 2 – 3 °C arasında bir yükselme bekleniyor. Türkiye’nin ekosistemi değişiyor ve pek çok canlı türü yok olma tehlikesi yaşıyor.
Küresel Isınma ve TürkiyeGenel bir bakış ile, küresel ısınma aynı şekilde sürmeye devam ederse ülkemizin aldığı yağış miktarı daha da azalacak ve başta GAP bölgesi olmak üzere Türkiye’deki tüm nehirlerin taşıdığı su miktarı düşecek. Bu durum barajların su seviyesini azaltacak ve hidroelektrik enerji üretimini ciddi şekilde engelleyecek. Yüksek basınç kuşağının kuzeye kaymasıyla birlikte Türkiye’de hâkim olabilecek tropikal benzeri bir iklim düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar, seller, hortum, kasırga, heyelan ve erozyona neden olacak. Isınmayla birlikte denizlerimizdeki su akıntıları ve sıcaklık rejimleri iyice değişecek ve bu durum balıkların göç yollarının bozulmasına neden olacak. Şimdiden denizlerimizde tropikal iklim balıklarını görmeye başladık bile. Yüksek sıcaklıklarla beraber orman yangınları artacak, tarımsal hastalıklar ve tarım zararlılarının miktarında önemli yükselişler gözlenecek. Kuraklık, Türkiye’de üretilen tarımsal ürünlerin hem çeşidinin hem de miktarının azalmasına neden olacak. Çok daha sık ve uzun süreli kuraklıklar yaşanacak. Kar yağışı giderek azalacak, kış mevsiminin tamamen ortadan kalkması söz konusu olabilecek. İklim değişikliği göçlere de sebep olacak; insanlar kuzeydeki bölgelere yerleşmeye çalışacak. Bu arada dünya çapındaki buzulların erimesinin etkisiyle Türkiye’deki deniz seviyesi de yükselecek. Kıyı şeridi ve deltalardaki tarım alanları, plajlar, yat limanları kullanılamaz hale gelecek.
Türkiye ve dünya gitgide daha yaşanmaz bir hal alıyor. Bu durumu çeşitli sebepler öne sürerek umursamayan insanlar, kurumlar ve hükümetler moral bozuyor olsa da; bir şeyler yapmaya çalışan insanların ve kurumların varlığı umudumuzu kaybetmememizi sağlıyor ve bizim de kendi çapımızda bir şeyler yapmamız gerekliliğini hatırlatıyor.
Kyoto Protokolü
Kyoto ProtokolüKyoto Protokolü, iklim değişikliğine neden olan karbondioksit emisyonlarını azaltmaya yönelik eylem stratejilerini ve yükümlülükleri düzenleyen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) ilave niteliğindeki uluslararası bir çevre anlaşması.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin iki eki bulunmakta. Ek I’de serbest pazar ekonomisine geçmiş Doğu Avrupa ve eski Sovyet ülkeleri ile OECD (İktisadi Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) üyesi ülkeler, Ek II’de ise sadece OECD üyesi ülkeler yer alıyor. Rio Sözleşmesi olarak da anılan ve 1992’de imzaya açılan bu sözleşmeye göre, tamamının sanayileşmiş olduğu varsayılan Ek I ülkelerinin temel sorumluluğu, küresel ısınmayı önlemek amacıyla sera gazı emisyonlarını azaltıcı politikalar uygulamak ve 2000 yılına kadar toplam emisyonları 1990 yılındaki seviyeye indirmek ve burada tutmaktı. Ek II ülkeleri ise Ek I ülkelerinin yükümlülüklerine ilave olarak bu Ek’lerde yer almayan gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğinin önlenmesi konusunda finansal ve teknolojik destek sağlamakla yükümlü kılındılar. Bu eklerin dışında kalan ülkeler ise emisyon indirimiyle ilgili herhangi bir yükümlülüğe sahip değildi; ancak sera gazı salım düzeylerini bildirmek ve ulusal çapta iklim değişikliğini hafifletme programları geliştirmek zorundalardı.
BMİDÇS gereğince, belirtilen bu amaçların gerçekleştirilmesi, geliştirilmesi ve gözetilmesi amacıyla, her yıl tüm tarafların söz sahibi olduğu “Taraflar Konferansı” düzenlenmesi kararlaştırıldı. Kyoto Protokolü olarak anılan III. Taraflar Konferansı 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde düzenlendi ve iklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarının azaltılmasına yönelik yükümlülükler ve uygulanabilecek sistemler daha detaylı bir şekilde belirtildi. Kyoto Protokolü’nün en önemli maddesinde Ek I’e dahil ülkelerin sera gazı salımlarını 2008-2012 yılları arasında, 1990 seviyesinin %5 altına indirmeleri öngörüldü. 
Kyoto Protokolü’nün hedefleri şu şekilde özetlenebilir:
Atmosfere salınan sera gazı miktarının 1990 seviyesinin %5 altına çekilmesi
Ülkelerin; endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan sera gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuatlarını yeniden düzenlemeleri
Atmosfere bırakılan metan ve karbondioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinmesi
Kyoto ProtokolüFosil yakıtlar yerine yenilenebilir yakıtların (örneğin; biyodizel) kullanılması
Çimento, demir-çelik, kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemlerinin yeniden düzenlenmesi
Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistem ve teknolojilerin devreye sokulması
Fazla yakıt tüketip fazla karbon üretenlerden daha fazla vergi alınmasıKyoto Protokolü
Türkiye, 1992 Rio Zirvesi’nden beri prensipte emisyon oranlarının azaltılması fikrine sıcak baktığını belirtmekle birlikte, her iki ekte bulunması nedeniyle ve ekonomik kalkınmasını yavaşlatacağı endişesiyle bu anlaşmaya imza atmadı. Türkiye, uzun uğraşlar sonucu 2001 Marakeş Konferansı’nda Ek II grubundan çıkartılmasına karşın çerçeve sözleşmeyi ancak 2004 yılında imzaladı. Asıl yükümlülükleri getiren Kyoto Protokolü’ne ise henüz imza atmış değil.
Kyoto Protokolü’nün yürürlüğe girmesi için, 1990 yılındaki toplam sera gazı emisyonunun en az %55’inden sorumlu 55 ülkenin imzası gerekiyordu. 2004 Kasım ayına kadar bu koşullara ulaşılamamıştı. Kasım 2004’te Rusya’nın da imzalamasının ardından bu sayılara ulaşıldı ve protokol 16 Şubat 2005 itibariyle yürürlüğe girebildi. Bugün toplamda 175 ülke protokole imza atmış durumda. Protokolü kabul etmeyen az sayıda ülkeden en önemlileri Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya ve Türkiye’ydi. Aralık 2007’de Avustralya’nın da imza atmasının ardından protokolü kabul etmeyen önemli ülkeler olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye yalnız kaldı.
Kyoto Protokolü’nün işlerliği 2012 yılında sona erecek. Bu yıldan itibaren yeni bir protokolün yürürlüğe konması konusunda çalışmalar sürüyor. Bu konudaki en büyük tartışma ise Kyoto Protokolü’nde gelişmekte olan ülkelere emisyon sınırlayıcı hedefler konulmamış olması üzerinde odaklanıyor. Şu anda bazı kalkınmakta olan ülke ekonomileri hızla büyüyor ve atmosfere salınan sera gazı miktarları endişe verici oranda yükseliyor. Örneğin; Çin 2002 yılı itibariyle atmosfere salınan sera gazlarının %13.6’sından sorumlu ve bu oran ABD’den sonraki en büyük ikinci rakam. Aynı şekilde Hindistan %4.2 ile atmosferi en çok kirletenler arasında beşinci sıraya yükselmiş durumda. Yeni protokolün bu tip ülkeleri de içermesi bekleniyor. Şu anki hedef, bütün ülkelere çeşitli yükümlülükler getiren bir yaklaşımın benimsenmesi. Bu yeni durum için de yine büyük tartışmalar yaşanacağa benziyor.
Kyoto ProtokolüPeki, Kyoto Protokolü’nün getirdiği önlemler küresel ısınma sorununu çözebilecek düzeyde mi? Ne yazık ki hayır. Protokolün bilimsel danışmanları işlevini üstlenen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli uzmanları Kyoto Protokolü’nün eksiksiz uygulanması halinde bile dünyaya en fazla 10 yıl zaman kazandırabileceğini ve küresel ısınmayı durdurabilmek için çok daha radikal önlemlere gerek olduğunu söylüyorlar. Dünya ülkelerinin ilk olarak, küresel ısınmayı durdurabilmek için atmosferdeki maksimum sera gazı düzeyi üzerinde anlaşmaya varmaları gerekiyor. Uzmanlar bunun, bugünkü düzeyin en fazla %50 kadar üzerinde olabileceğini belirtiyorlar. Bilim adamları, atmosferdeki sera gazlarının bugünkü düzeyinde kalabilmesi için emisyonlarda %60-70’lere varan kesinti yapılması gerektiği görüşündeler. En iyi ihtimalle küresel ısınmanın yüzde birini azaltması öngörülen Kyoto Protokolü için bile bu kadar gürültü kopup bu kadar anlaşmazlık yaşandığına göre bundan sonra dünyanın yaşanabilir bir halde kalmasını isteyenlere çok daha fazla görev düşüyor.
Fotoğraflarla Küresel Isınma
Resimlerin büyük hallerini görmek için üzerlerine tıklayınız.

Aksaray Mamasun Barajı
Kaynak: AA

Neler Yapabiliriz?
Neler Yapabiliriz?Hükümetler eyleme geçmeden küresel ısınmayı durdurabilmek elbette mümkün değil. Ancak günlük hayatta alınabilecek bireysel önlemleri uygulayan insan sayısı arttıkça küresel ısınma hızının önemli ölçüde azaltılabileceği gerçeği de görmezden gelinemez. Bunun için yapabileceğimiz çok fazla şey var.
1. Su
Tatlı su, dünya üzerindeki yaşamın sürekliliği için en temel gereksinim. Yeryüzünün %70’i suyla kaplı olmasına karşın bunun %97’si deniz suyundan, %2’si ise buzulların içerdiği sudan oluşmakta. Yani, dünyadaki içilebilir su miktarı bütün bu su kaynaklarının yalnızca %1’ini oluşturuyor. Bu kaynaklar da dünya nüfusunun artması, kalkınma ve yatırım kararları nedeniyle günden güne tükeniyor. Su kaynaklarını çok dikkatli bir şekilde kullanmamız gerekiyor:
Evde kullanılan temizlik malzemeleri, atık sularla birlikte nehirlere karışıp su kaynaklarını kirlettiğinden, içinde fosfat bulunmayan ve suda ayrışabilen temizlik maddeleri kullanmalıyız.
Dişlerimizi fırçalarken, traş olurken ya da bulaşık yıkarken musluğu açık bırakmamalıyız.
Yüzde 60 daha az su tüketen yeni teknoloji klozetler kullanmalıyız.
Sifon çekildiğinde suyu renklendirsin ve temizlesin diye klozetlere asılan maddeler kanalizasyona karışıp kirliliğe sebep olduğundan bunları kullanmamalıyız.
Çamaşır suyu, atık maddelerin ayrılıp çözünmesini sağlayan yararlı bakterileri de öldürdüğünden çamaşır suyunu olabildiğince az kullanmalıyız.
Akan tesisatlarımızı onarmalıyız.
Kapı önü, balkon, teras gibi yerlerin temizliğinde hortumla su tutmak yerine süpürge kullanmalıyız.
Bahçe sulamak için buharlaşmanın en az olduğu sabah veya akşam saatlerini tercih etmeliyiz.
Araba yıkarken hortum kullanmamalıyız. Bunun yerine kova ve süngeri tercih etmeliyiz.
Daha az su tüketen duş başlıkları kullanmalıyız.
Suyu kireç ve bakterilerden arındıran filtreler kullanmalıyız.


Neler Yapabiliriz?2. Enerji:


Her türlü enerji, üretilmesinden son kullanıcıya ulaşmasına kadar geçen tüm aşamalarda havaya, suya, canlılara ve yok edilmesi sorun olan atıklarıyla çevreye zarar veriyor. Bu sebeple enerji tüketiminde olabildiğince tasarruflu davranmalıyız:
Çok kısa süreliğine bile olsa gerekmediği zamanlarda ışığı kapatmalıyız.
Her ortam için doğru tip ve büyüklükte ışıklandırma kullanmalı, gereksiz ışıklandırmadan kaçınmalıyız.
Standart akkor ampüller yerine enerji tasarruflu floresan ampülleri tercih etmeliyiz.

Güneşi bol bir yerde yaşıyorsak sıcak su ihtiyacımızı güneş enerjisiyle sağlamalıyız.
Daha az enerji kullanan, verimli elektrikli cihazları satın almalıyız. Türkiye’deki ürünlerde de gördüğümüz Avrupa Birliği verimlilik etiketlerine göre A++ etiketini taşıyan bir cihaz en verimli cihazdır. Bunu A+, B, C ve D işaretleri takip eder. ABD’de üretilen ürünler de ise Energy Star (Enerji Yıldızı) etiketi kullanılır ve bu etiket cihazın yıllık elektrik tüketimi hakkında bilgi verir.
Televizyon, hoparlör, faks gibi elektronik aletleri bekleme (stand by) konumunda bırakmamalı, kapatmalıyız.
Evimizi ısı kaybına karşı yalıtmalıyız.

Klima yerine vantilatör kullanmayı tercih etmeliyiz.
Klima kullanıyorsak, bunları doğrudan güneş ışığı almayan yerlere yerleştirmeli, klimaların filtresini de en az ayda bir yenilemeliyiz.
Ev eşyalarını, ısınma sağlayan radyatörleri kapatacak şekilde yerleştirmemeliyiz.
Evde kullandığımız yakıtların düşük kükürt içermesine özen göstermeliyiz..
Elektrikli ısıtıcıları mümkün olduğunca az kullanmalıyız.
Otomobil alırken büyüklüğünü ihtiyacımıza göre belirlemeli ve kendi sınıfında yakıt tüketimi en az olan modelleri tercih etmeliyiz.
Mutlaka kurşunsuz benzin kullanmalıyız, yüksek performans sağlayan benzin türlerini tercih etmeliyiz.

Neler Yapabiliriz?3. Ulaşım:
Ulaşım araçlarının karbondioksit emisyonu, sera etkisi yaratan en etkin gazlardandır.
Olabildiğince toplu taşıma araçlarını tercih etmeliyiz.
Kısa mesafelere arabayla gitmek yerine yürümeliyiz.
Satın alırken, kurşunsuz benzin tüketen araçları tercih etmeliyiz.
Aracın düzenli bakımını yaptırmayı ihmal etmemeliyiz.
Uzun duraklamalarda aracın kontağını kapatmalıyız.

4. Ambalaj:

Plastik ürünleri olabildiğince az kullanmalıyız. Alışverişlerimizde plastik poşet kullanımını en aza indirmeliyiz. Plastik poşet ve yiyecek kapları gibi ürünleri mümkün olduğunca yeniden kullanmalı, kısa bir süre sonra atmamalıyız.
Cam, geri dönüşümü çok etkin olan bir malzemedir. Olabildiğince cam ürünler kullanmalıyız. Cam saklama ürünlerini uzun süre kullanmalı, kullanmayacağımız zaman ise geri dönüşümünü sağlamalıyız.
Kâğıt kullanımında çok dikkatli olmalı, kâğıdı israf etmemeliyiz. Atık kâğıtların da her zaman için geri dönüşümünü sağlamalıyız.
Metal ambalajları da tekrar kullanmalı, kullanmayacağımız zaman çöpe atmamalı, geri dönüşümünü sağlamalıyız.
Alüminyum ambalajlarda da aynı şekilde geri dönüşümü desteklemeliyiz.
Bu ana başlıkların dışında daha pek çok konuda daha dikkatli davranarak enerji ve kaynak israfını en aza indirebiliriz. Gıda ürünlerinde olabildiğince organik tarım yöntemiyle üretilen besinleri tüketmeli, temizlik ürünlerini kullanırken gereksindiğimiz kadar ve tamamı bitene kadar kullanmalı, kimyasal madde içeren kozmetik ürünler yerine organik olanlarını tercih etmeli, tüketime yönelik aklımıza gelebilecek her konuda tasarruflu davranmalıyız. Küresel ısınmaya karşı çalışmalarda bulunan kurumları ve dernekleri desteklemeliyiz. En önemlisi bu konuda tüm bildiklerimizi olabildiğince çok kişiyle paylaşmalıyız.
Küresel Isınmaya Karşı Duranlar
Küresel ısınmanın önlenmesi ve çevrenin korunması için çalışmalarda bulunan pek çok gönüllü kuruluş ve dernek bulunuyor. Bu kurumların çalışmalarına katkıda bulunmak bizim elimizde. İşte onların bir kısmının listesi:
Küresel Eylem GrubuKüresel Eylem Grubu
3 Aralık 2005’te tüm dünyada eşzamanlı olarak gerçekleşen küresel ısınmaya karşı mitinglerin İstanbul ayağı sayesinde kurulan bir çalışma grubu. Küresel ısınmaya karşı pek çok eylem gerçekleştiriyor.
İnternet sitesi: http://kureseleylem.org
Greenpeace Türkiye
Greenpeace; Avrupa, Amerika, Asya ve Pasifik’te 40 ülkedeki varlığıyla kâr amacı
Greenpeace Türkiyegütmeyen bir çevre kuruluşu. Küresel bir örgüt olarak Greenpeace, dünya üzerindeki
kritik konular üzerinde çalışmalar yürütüyor:

- Okyanuslar ve yaşlı ormanların korunması,
- İklim değişikliğini durdurabilmek için fosil yakıtların kademeli olarak sonlandırılması ve yenilenebilir enerjilerin teşvik edilmesi,
- Nükleer silahlanma ve nükleer kirliliğe son verilmesi,
- Zehirli kimyasalların ortadan kaldırılması,
- Genleri ile oynanmış organizmaların doğaya bırakılmasının önlenmesi.İnternet sitesi: http://www.greenpeace.org/turkey/
Doğa DerneğiDoğa Derneği
2002 yılında kurulan dernek tüm Türkiye sathında doğanın yaşamasını sağlamak amacıyla çalışıyor. Merkezi İngiltere’de bulunan Dünya Kuşları Koruma Kurumu’nun (BirdLife International) Türkiye ortağı olan Doğa Derneği, Türkiye’nin 16 ayrı ilinde yürüttüğü çalışmalar ile doğal kaynakların korunması için uğraş veriyor.İnternet sitesi: http://www.dogadernegi.org/
Doğal Hayatı Koruma DerneğiDoğal Hayatı Koruma Derneği
Türkiye’nin bitki ve hayvan türleri ile bunların doğal yaşam alanlarının değerinin farkına varılması ve koruma altına alınması amacıyla 1975 yılından bu yana etkinlik gösteren bir dernek.İnternet sitesi: http://www.dhkd.org/
WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı)
1996 yılında Doğal Hayatı Koruma Derneği öncülüğünde kurulan ve 2001’de uluslararası doğa koruma kuruluşu WWF’nin Türkiye ulusal kuruluşu haline gelip WWF-Türkiye unvanını alan Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğini korumak ve doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımını sağlamak amacıyla çalışmakta.İnternet sitesi: http://www.wwf.org.tr/
Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma (TEMA) Vakfı
Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma (TEMA) VakfıTürkiye’de doğal varlıkların ve çevre sağlığının korunması, erozyonla mücadele, toprak örtüsü ve toprağın korunması ve ağaçlandırmanın önemi hakkında kamuoyunu eğitmek ve bilinçlendirmek; hükûmetleri erozyonla mücadelede, gerçekçi ve uygulanabilir politikalar üretme ve uygulamaya teşvik etmek; biyoçeşitlilik, toprak, su ve doğal çevrenin korunmasına ilişkin politikaların oluşturulmasına yardımcı olmak ve çölleşmeyle mücadele etmek amacıyla 1992 yılında kurulmuş bir vakıf.İnternet sitesi: http://www.tema.org.tr/
Bunların dışında ÇEKÜL, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, DenizTemiz Derneği/TURMEPA, Temiz Enerji Vakfı gibi pek çok kuruluş ve ayrıca yerel olarak çalışan pek çok dernek de bulunuyor. Yaşadığımız şehirdeki bu tür derneklere de ulaşabilmemiz çok zor değil.
Kaynakça
Küresel Isınma dosyamızı hazırlarken yararlandığımız kaynakları aşağıda bulabilirsiniz. Sizler de bu adreslerden konuyla ilgili detaylı bilgi alabilirsiniz.
Enhanced by Zemanta